Author |
Sebastian Smith |
Title |
Allah'ın Dağları: Çeçenistan'da Savaş |
Original title |
Allah's Mountain: The Battle for Chechnya |
Edition |
Birinci Basım, Mayıs 2002 |
Publisher |
Sabancı Üniversitesi Yayınları |
ISBN |
975-8362-17-8 |
Call No |
DK511.C37 S65 2002 |
Teşekkür | VII | ||
Haritalar | IX | ||
Giriş | 1 | ||
Öndeyis | 27 | ||
I. | Yapboz | 33 | |
II. | Bağımsızlık Ateşi | 69 | |
III. | Yapbozun Parçaları | 121 | |
IV. | Çeçen Kurdu | 191 | |
V. | Öfke | 225 | |
VI. | Cennetin Peşinde | 397 | |
Kaynakça | 405 | ||
Dizin | 409 | ||
Dargo, Çeçenistan
Rusya'da en çok aranan adam, Çeçen kahramanı Şamil Basayev karşımda oturuyor ve bir Marlboro sigara yakıyor. Dargo köyü sınırlarında tozlu bir avludayız. Kafkaslar'ın cengel ormanlarına benzeyen eteklerinde gizlenmiş bu köy sınırın epeyce gerisinde. Burada bize Rusları anımsatan tek şey, ta yükseklerde daireler çizerek uçan, benek gibi bir savaş uçağı.
Basayev'in üzerinde soluk kamuflaj giysisi, ayağında sandaletler, boynunda siyah, ince bir ipe takılı muska var. Kucağında, özel Rus güçlerine ait ağzına susturucu takılmış namlulu bir tüfek duruyor: Teneke maşrapadan bol şekerli demli çay içiyor. Korumaları yanı başında oturuyor: bu uzun boylu adamların güneşten esmerleşmiş, heykelimsi sakallı yüzleri geçmiş çağlardan, Mukaddes Kitap'tan çıkmış sanki. El bombalarıyla, AK-74 kalaşnikof cephane şarjörleriyle kinjal'ları, yani uzun Kafkas hançerleriyle tepeden tırnağa silahlılar.
Basayev gür sakallı, kara gözlü, beklenmedik ölçüde ufak tefek bir adam. Konuşmaya başlar başlamaz herkes susuyor. Bu adam iki hafta önce Rusları Çeçenistan'da ateşkese zorlamak için Rus kenti Budennovsk'ta bir hastaneye silahlı saldırıda bulunmuş. 1500 kişiyi rehin almış, yakalanmadan kaçmayı başarmıştı. Masum, canlı insanları kendine kalkan yapan, bir hastaneyi savaş alanına çeviren bir suçlu o. Öte yandan, koskoca Rus ordusunu şaşkına çevirerek savaşı durdurmayı başaran da gene bu adam. O, Dargo'nun kralı.
'Onlara gösterdik' diyor gülerek, herkes onunla birlikte gülüyor. Basayev ünlü bir terörist rolü oynuyor; küstah ve dengesiz, bir anı öbür anına uymuyor, coşkulu ve gösterişli siyasal açıklamalar yaparken, birdenbire savaştaki başarılarıyla övünmeye başlıyor. Derken yavaş yavaş sakinleşiyor. Budennovsk'ta yaptıklarının sözünü etmek bir yana, o acımasız savaşın adını bile anmıyor. Geçmişe dönüyor ve 19. yüzyılda çarın ordularına karşı 25 yıl süren savaşa önderlik etmiş olan İslam savaşçısı, efsane kahramanı adaşı Şamil'e getiriyor. Komunist baskıları anlatıyor. Herşey bir yana, bütün Çeçen halkını bir kefen gibi sarmış olan o olayı anımsıyor: Stalin'in 1944'te, herkesi erkek, kadın, çocuk demeden Orta Asya'ya soykırımcı sürgüne gönderdiği, her üç kişiden birinin yaşamını yitirdiği olayı.
'Stalin bizi sürgüne gönderdiğinde' diyor Basayev, 'Ruslar boş evlerimizi, mezarlarımızın taşlarını söktüler, bu taşlarla yollar, köprüler, domuz ağılları yaptular'. Sesi yumuşak ve nefret dolu. Elbette. Atalarına yaşayanlar kadar önem veren, mezarlıkların önünden arabayla geçerken bile oturdukları yerden saygıyla doğrulan bir toplum için bundan daha nefret uyandırıcı ne olabilirdi ki? Sovyetler yüzlerce, belki binlerce mezar taşını salt onları aşağılamak, onurlarını kırmak için söküp çıkarmışlardı. Daha sonra, Stalin'in ölümüyle ülkelerine geri dönen Çeçenler, bu taşları tek tek topladılar, Grzoni'nin en merkezi yerine bir anıt, bir ölüm bahçesi inşa ettiler. Onurları kurtulmuştu.
Derken bu savaş; yeni kan, yeni şiddet. 'Ruslar Grozni'ye saldırdıklarında tankları o anıttan ateş açmıştı,' diyor Basayev. 'Askerler, Alhan Kale'nin karşı tepesindeki mezarlıktan taş toplayıp ordugahlarına tuvalet yaptılar.'
Önceleri, sakalasirken bakislarini öne egen Basayev, simdi dogrudan gözlerimizin içine bakiyor. 'Tüm halki önlerinde diz çökmeye zorluyorlar, bizi kölelestirmeye çalisiyorlar, artik bu hareketlere dayanamiyoruz. Babalarimizda, büyük bablarimiz da özgürlükleri ugruna savasip öldüler, özgürlük ugruna can vermek bizim için de büyük bir onur. Mücadeleye devam etmek büyük bir onur.'
Kafkas dağlarının büyüsüne kapılıp tarihin bu lanetini unutuvermek işten bile değil. Dağların dorukları kış aylarında genellikle karların altında gizlenir. Ama orada, görünmeyen hükümdarlar gibi varlıklarını hisseder, bir an için onları görmeyi umut edersiniz. Bir Şubat günü, haber ajansım için Çeçenistan'da zorunlu olarak, iki hafta çalıştıktan sonra, savaşın çamur, kan ve soğuğundan adeta hissizleşmiş durumda arabamı sürüyordum. Sınıra yaklaşırken, insanda kapalı yerler korkusu yaratan gri gökyüzü sanki aniden ortadan yarılmış, güneyimizde Kafkaslar belirivermişti. Çeçen sürücüm, sıradağların ikinci en yüksek doruğu olan sivri uçlu Kazbek'i işaret ediyordu., heyecana kapılıp gülmekten kendimi alamamıştım. Doruğu kaplayan ebedi karlar, parlak beyazlıkta yekpare bir kütle halinde yerçekiminden kurtulmuşcasına yüzmekteydi. Bir anda neredeyse baş döndürücü bir iç ferahlığı hissetmiştim, sanki savaş diye bir şey hiç olmamıştı. Oysa Çeçenistan'a yaptığım bu üçüncü ziyaretimde o acı dersimi çoktan öğrenmiş bulunuyordum: Rus Kafkasyası bir bahçe olabilirdi, ama zehirli bir bahçeydi.
Hazar Denizi ile Karadeniz arasında kalan bölgeyi sanki kılıçla ortadan çaprazlama kesmiş gibi uzanan 1100 kilometrelik sıradağlar, neredeyse Küba uzunluğundadır. Transkafkaslar'ın güneyinde, bağımsızlıklarına yeni kavuşan eski Sovyet Cumhuriyetlerinden Ermenistan, Azerbaaycan ve Gürcistan yer alır. Kuzeyde, gezegenimizin etnik bakımdan belki de en zengin bölgesi olan Kuzey Kafkasya'nın yedi bağımsız Rus Cumhuriyeti vardır.
Dağıstan ya da Inguşetya gibi özerk cumhuriyetlerden birindeki bir köy bugün sanki çok ırak gibidir, ama Kuzey Kafkasya her zaman jeopolitik patlamaların merkezi olmuştur, şimdi de öyledir. İlk çağlardan Moğollara dek, 2000 yılı aşkın bir zaman diliminde Kaflasya, Asya kabileleri tarafından Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlayan bir köprü olarak kullanılıyordu. Sonra bu dağlar Rus, Pers ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki savaşlarda stratejik bir kilit noktası oldu. Bugün bu bölge dünyanın büyük el değmemiş kaynaklarından biri olan Hazar'ın büyük petrol rezervlerinin yanı başındadır, 21. yüzyılın Basra Körfezi olmaya adaydır ve yoğun uluslararası entrikalara sahne olmaktadır.
Kuzey Kafkasya'ya ilk ziyaretimi 1994 yazında, tek taraflı bağımsızlık ilan etmiş olan Çeçenistan'a yapmıştım. Kargaşanın egemen olduğu, suçluların kol gezdiği, bir opera komik görünümündeki cumhuriyetin ayrılıkçı çabalarını o dönemde pek ciddiye alan olmamıştı. Oysa ben, yabancı bir devlete gelmişim duygusuyla şaşırmıştım; buraların St. Petersburg ya da Samara'nın yer aldığı ülkenin bir parçası olmadığı gün gibi açıktı.
O kış savaş patlak verdiğinde Rus ordusunun bu düzensiz isyanını kısa sürede bastıracağı sanılmıştı. Oysa tam tersine, Çeçen savaşçılar ilk günden itibaren Rusları fena halde hırpalamışlardı. Çoğu kişi bu bozgunun, Sovyetlerin Afganistan'da başına gelenlerden daha beter olduğunu söylüyordu. Rusya'nın buna karşılık olarak, 400.000 nüfuslu Grozni kentini bombalayıp yerle bir etmesi, üstelik aynı eylemi birbiri ardına bütün köylerde yinelemesi, insanın kavrayamayacağı kadar mide bulandırıcıydı.
Gerçi Başkan Boris Yeltsin, 'anayasal düzeni yeniden sağlamak' dışında bir şey yapmadığını söylemişti, ama çok daha kökten bir şeylerin yapıldığını anlamak için Grozni'de birgün bile geçirmek yeterliydi. Çeçenistan, lanetli tarih ve intikamın kontrolden çıktığı bir yer olmuştu. Savaşlar bundan yüzyıl, hatta iki yüzyıl öncesinde olduğu gibi, aynı yerlerde, aynı taktiklerle ve aynı sloganlarla yapılmaktaydı. Çeçenlerin bir deyimi vardır: 'Her elli yılda bir bizi yok etmeye çalışsalarda biz sonuna dek savaşacağız.' O kadar çok tekrarlanmıştı ki artık basna kalıp bir laf olmuştu bu. ama insanı ürpertecek kadar doğruydu. Her elli yılda bir.
Kuzey Kafkasya'nın diğer yerlerinde neler oluyordu? Buralarda silahlı ayrılıkçı ayaklanmalarla pek karşılaşılmasa da, Adigeler ve Avalar gibi küçük müslüman ulusların tarihsel ve siyasal açıdan Çeçenlerin sayısız ortak yanları vardır. Stalin, soykırımcı sürgünü benzer şekilde İnguşlara, Karaçaylara ve Balkarlara da uygulamıştı. Bu halkların öyküleri ne Rusya'da, ne de yurtdışında bilinirdi, bu ulusların çağımızdaki yazgılarını karşılaştırmalı olarak yazmaya karar vermiştim. Bu uluslarda kendilerini tarihin çarkları arasına sıkışmış gibi mi görüyorlardı? Yoksa cumhuriyetleri Rus eyaletleriyle bütünleşmişler miydi? Çeçenistan olayı sadece bir sapkınlık, tek başına sürdürülen budalaca bir eylem miydi?
Dağıstan'ın başkenti Mahaçkale'nin inanılmaz etnik karışımından başlayarak Karaçay-Çerkez dağlarına, İnguşetya'da müslüman tarikatların coşkusuna, Kuzey Osetya'nın ağaç tanrılarına kadar, bu akışa kendimi kaptırdım. Başlangıçta sadece bölgenin çeşitliliği, kabilelerin ve dillerin sayısız alt grupları ve iç sınırlar dikkatimi çekiyordu. Oysa parçaları birleştirdikçe bir örüntü ortaya çıkmaya başladı. Kuzey Kafkasya Rusya'nın herhangi bir bölgesi değildi, bir imparatorluğun bunalımlı kalıntısıydı. Hiç kuşku yok ki çarlar döneminden bu yana epeyce değişiklikler olmuştu, ama altta yatan dinamikler, yani küçük etnik grupların kültürel, hatta fiziksel varlıklarını sürdürmek için verdikleri mücadele, aynen sürüyordu. Aklıma son bir soru takılmıştı: Acaba bu çatışma sonsuza dek sürecek miydi? Yoksa sonunda, Kuzey Kafkasya ile Rusya ortak bir düzlemde buluşabilecekler miydi?
Bir zamanlar Sovyetlerin dinin köklerini kuruttuğuna inandığı yerlerde şimdi alçak çatıların üstünden yeni inşa ediliş camilerin minareleri yükseliyor. Ilık yaz akşamlarında müezzinin hüzünlü sesi Arapça olarak inananları ibadete çağırıyor. Yaşlı erkekler, ak sakalları ve ellerinde ağaçtan oyma bastonlarıyla camiye giden yokuşu tırmanıyorlar. Peşlerinden parlak renkli bereleriyle din eğitimi görmekte olan çocuklar geliyor. Camide, kadınlar kendilerini erkeklerden ayıran bir perdenin arkasına gizlenmişler, parlak renkli giysileri ve başörtüleriyle seccadelere diz çökmüşler. Tek Rusça sözcük duyulmuyor. Dağıstan'dan Kabartay-Balkar'a ya da Adige'ye dek özerk cumhuriyetlerin hangisine giderseniz gidin manzara değişmiyor. Haritaya bakarsanız kurumsal olarak Rusya Federasyonu'nun güney sınırındasınız. Gerçekte Rusya'dan ayılalı çok oldu. Şu anda Allah'ın dağlarının kökleri ta geçmişe uzanan dirençli ve trajik dünyasına giriyorsunuz.
Çeçenistan'daki savas, Kuzey Kafkasya'nin, Hazar Denizi petrolleri ve petrol boru hatlariyla daha da karmasik hale gelen etnik ve jeopolitik bulmacasinda belki de buzdaginin görünen ucu...
Sebastian Smith, Agence France-Press'in İngilizce servisi muhabiri olarak yıllarca Washington, Moskova ve Londra'da çalışmış bir gazeteci. Çeçenistan'daki savaşı titizlikle araştırılmış genel bir Kafkasya bağlamında anlatırken, Kafkas insanının acılarını ve umutlarını da dile getiriyor...
"Tarihin nasıl yazılabileceğinin yürek burkan bir örneği. Smith, çatışmanın tarihsel arkaplanını bir roman kıvamında, ama romanın ötesine geçerek yazıyor. Çünkü olayları bizzat yaşamış. Yazar bize, korkunç bir savaşın daima hatırlanacak, iyi araştırılmış bir anlatısını sunuyor." Literary Review